Coco Chanel’in çok tatlı bir sözü vardır: “Sadece iki durumda şampanya içerim, biri aşık olduğumda, diğeri olmadığımda.” La La Land’i izledikten sonra bu söz döndü durdu zihnimde. Çünkü Damien Chazelle öyle bir filme imza atmış ki seyirci olarak ilk defa bir filmi izlerken şampanya içiyormuşum gibi hissettim. Alkollü ürünlerin tamamı sahip olduğu alkolden ötürü hafif bir acılığa, burukluğa sahiptir. Diğer aromaların yapısı, seviyesi ve dengesi o alkolün rahatsız ediciliğini bastırır; içeceği keyifli, neşeli hale getirir. La La Land de işte aynı öyle içinde hafif burukluklar barındırmasına rağmen, tıpkı bir şampanya gibi oldukça şık, oldukça zarif ve bir o kadar da neşeli bir film. Film bittiğinde damağınızda kalan lezzet gerçekten benzersiz.
Chazelle’i ilk olarak Whiplash ile tanımıştık ve filmde yaptıklarıyla kendisini ayakta alkışlamıştık. Hırs ve başarı ekseninde geliştirdiği hikayeyi o kadar etkileyici şekilde ele almıştı ki izlerken adeta koltuklarımıza mıhlanmıştık. Bir müzisyenin hikayesini anlattığı filminde müzik kullanımıyla sinematografisini nasıl güçlendirdiğini filmi izlemiş olanlar hatırlayacaktır. Böyle güzel bir işin ardından yeni projesini oldukça merak ediyorduk ve kendisi La La Land ile bu başarının tesadüf olmadığını, kendisinin son dönemin en başarılı sinemacılarından biri olduğunu hepimize göstermiş oldu. Bunu yaparken de sinemayı, müziği ve hayatı ne kadar çok sevdiğini de bizlere hissettirdi.
Ben genel olarak müzikal sevmeyen birisiyim. Diyalog arasında, bir duygu içindeyken birden bir şarkıya girilmesi, dansların başlaması benim için gerçeklikten uzaklaşılan, inandırıcılığın yittiği bir durumdur. Sinemada yabancılaştırmayı çok severim ama müzikallerdeki yapının ona hizmet etmediğini bildiğim için bu türe mesafeli olduğumu söyleyebilirim. La La Land türe dair bütün düşüncelerimi alt üst eden bir film oldu. Diyalogları, söylenen sözleri, içinde olunan hisleri seyirciye aktarırken etkiyi arttırmada müzikal yöntemlerin bu kadar başarılı olabileceği kesinlikle aklıma gelmezdi. Yönetmen bir sihirbaz edasıyla asasını şıklatıyor, şarkılar danslar başlıyor ve siz de gerçek dünya ile olan bağlantılarınızı kaybedip kendinizi yaratılan bu masal dünyasında buluyorsunuz.
Hayallerini gerçekleştirme peşinde olan bir müzisyen ve bir oyuncunun aşklarının hikayesi en temelde La La Land. Böyle söylendiğinde çok basit gibi geliyor kulağa fakat son dönemde sinemada örneklerini çokça gördüğümüz şekilde önemli olanın o basit senaryodan bir şaheser yaratmak olduğunu biliyoruz artık. Dünyalar güzeli ablamız Emma Stone’un hayat verdiği Mia ile Ryan Gosling’in canlandırdığı Sebastian’ın aşklarını ve birbirlerinin hayatlarına etkilerini görüyoruz filmde. Her romantik filmde olduğu gibi yükseliş, coşku, ardından çatışma ve final. Chazelle’in en büyük başarılarından bir tanesi bir müzikal yapmasına rağmen gerçeklikle bağını senaryo ve hikaye anlatımı yönünden hiç koparmamış olması. Hikayenin akışı gereği filmdeki final, olması gereken final. Belki olmasını isteyeceğimiz değil ama daha gerçekçi olan. Fakat yönetmen burada da seyircisini üzmek istemiyor ve bir hayal sahnesi ile alternatif finalini, biz seyircilerin görmek istediği o romantik sahneleri yine müzikle dans ile lezzetlendirerek gösteriyor. Bu tarz alternatif finalleri filmin içine yerleştirebilen yönetmenleri çok seviyorum. Yann Samuel de aynısını Jeux D’enfants’da yapmıştı ve zamanında gönlümü kazanmayı bilmişti.
Teknik yapısı anlamında da iki kelam etmem gerekirse öncelikle ışık kullanımına bayıldım. Aydınlatmalar, kararmalar, tonların farklılaşması çok başarılıydı. La La Land’in her bir sahnesini bonibonlara benzetebiliriz. Her biri farklı güzellikte, çok canlı renklerde ve bir o kadar tatlı, heyecanlandırıcı, mutlu edici. Bazı sahnelerde yaratılan mizansenler ve dekor bana Wes Anderson sinemasını anımsattı ki bu tarz bir yaklaşımın bu filmde çok daha şık durduğunu belirtebilirim. Zorlamadan ve gerçeklik algısından uzaklaşmadan bir ressam edasıyla renklerle böyle oynayabilmek de gerçekten her baba yiğidin harcı değil bence. Whiplash’de olduğu gibi La La Land’de de müzikler fantastik. Caz müziğine gönül veren Sebastian’ın çaldığı şarkılar, söylenen şarkılar o kadar güzel ki film bittikten sonra soundtrack albümünü de uzun süre dinlemeye devam edebilirsiniz. Müzik kullanımında takdir etmem gereken bir başka nokta ise her şarkının bu film için bestelenmiş olması. Kurnazlık yaparak daha önceden yapılmış ve büyük kitlelerce beğenilmiş bazı kült şarkıları kullanmak sinemada başvurulan bir şey. Bu film böyle bir yola hiç girmemiş ve kendi efsanesini kendisi yaratmak istemiş. Sebastian’ın kendi müziğinden biraz taviz verip başka yönde müzik yapan bir gruba girerek kariyerine devam ettiği bölümde, sahnede grupla söyledikleri Start a Fire şarkısı filmde en “tü, kaka” şarkı olarak gösteriliyor fakat o şarkı bile o kadar başarılı ki varın gerisini siz düşünün. Film geçtiğimiz günlerde Oscar habercisi olarak kabul edilen Altın Küre ödüllerinde de aday olduğu 7 dalda ödül alarak bir rekor kırdı. Muhtemelen Oscar’da da buna benzer bir başarı elde edecek.
Ülkemiz iyi günler geçirmiyor, dünya güzel günler geçirmiyor. Çok fazla acı, çok fazla üzüntü var. İnsan olan gerçekleşenleri değiştirmek için yapacak bir şey bulamasa bile kendi kendine bir köşede üzülüyor, karamsarlaşıyor, sahip olduğu o tek hayatını negatif şekilde devam ettiriyor. Chazelle gibi masal anlatıcıları işte sizi bir süreliğine bu gerçek dünyadan alıyor, bir harikalar diyarına götürüyor ve içinizi salt mutlulukla, neşeyle dolduruyor. Tıpkı bir şampanyanın yaptığı gibi. Kötülükler dün vardı, bugün var, yarın da olacak. Dayanmak, güçlü kalmak belki şu an her zamankinden daha zor fakat yaşıyoruz. Nefes alabiliyoruz. Yağan karı hissedebiliyoruz, müzik dinleyebiliyoruz, şarap içebiliyoruz. Canlı yeşiller, parlak maviler, neon kırmızılar, kaliteli piyano notaları, güzel gün batımı manzaraları ve köpüklü şaraplar hayatlarımızdan eksik olmasın. Bu dünyayı hayattan keyif almasını bilen insanlar kurtaracak.
Etiket gibi şarap için çok önemli bir konuyu gündeme getirdiğiniz için teşekkür ederim.
Sevgili Nuri, senin de film yorumu yaparken içine şarap ve şampanya benzetmeleri yerleştirmen çok ustaca olmuş.