*Ancak, Ermenistan’ın güneyinde, Haiji Firuz ve Godin Tepe’nin bulunduğu Zagros sıradağlarından fazla uzakta olmayan Küçük Kafkas Dağlarındaki Areni Köyü yakınlarında MÖ 4100-4000 yıllarından kalan daha eski ve çok daha kapsamlı bir şarap imalathanesini bulunmuştur. Bu tesis, üzümlerin (muhtemelen ayakla) ezildiği sığ bir hazne ile meyve suyunun yer altında bulunan ve fermente olacağı bir varile akmasına olanak sağlayan bir delikten oluşmaktadır. Bu kaplar, kupalar ve kaselerle birlikte, malvidin izi taşımaktadır. Ayrıca mekanda bulunan üzüm çekirdekleri, ezilmiş üzümler ve kurumuş asmalar burasının bir şarap imalathanesi olduğu kanısını desteklemektedir. Üretim çapı, artık o zamana gelindiğinde, 6000 yıl önce, şarap yapımında kullanılmaya uygun üzümlerin evcilleştirildiğini göstermektedir.
*Firavun Tutankamon’un mezarında bulunan bir küpün mühründe şunlar yazıyordu: “Yıl 4. Batı nehrinde bulunan Atom malikanesinin (Hayat, Refah, Sağlık!) tatlı şarabı. Baş şarap üreticisi Aperer işletmesi”. Başka mekanlardaki küplerde, “Kutlama Şarabı”, “Çok güzel şarap”, “Bağış şarabı”, hatta “Vergi şarabı” gibi yazılar bulunmuştu.
*Yunanlılar ve Romalılar biranın kesinlikle şaraptan değersiz olduğunu düşünüyorlardı. Şarabın erkeğe yakışan ve uygar bir içecek olduğunu; büyüklük ve uygarlığı amaç edinen insanların, erkekleri efemine yapan ve sadece barbarlara uygun olan biradan kaçınması gerektiğini söylüyorlardı.
*En ünlü Yunan şarap uygulaması sempozyumdu; kelimenin bugünkü anlamı -konferans veya toplantı- orijinalinden epeyce sapmıştır. Geçmişte Yunanca symposion kelimesi “birlikte içmek” anlamına geliyor ve üst tabakadan Yunanlı erkeklerin (sayıları genellikle 12 ile 24 arasında olan) bir araya gelerek uzun bir gece boyunca şarap tüketerek tartıştıkları ve eğlendikleri etkinliği tanımlıyordu. … Bazı sempozyumlar erkeklerin gece boyunca politika ve sanat konuştukları ciddi toplantılarken bazıları da içmenin yanı sıra fahişelerle ve erkek garsonlarla seks yapmanın öncelik kazandığı taşkın içki partileriydi. Sempozyumların çoğu muhtemelen bütün bu faaliyetlerin yaşandığı karma etkinliklerdi.
*Roma’da şarap tanrısı Baküs çok yaygın bir şekilde tanınıyordu ve MÖ üçüncü yüzyıla gelindiğinde, İtalya’nın ortası ve güneyinde onun merkezinde bulunduğu bir tarikat oluşmuştu. Üyeliğin ne kadar kapsamlı olduğu belli değil ama yandaşlarının çoğunluğunun kadın olduğu söyleniyordu. Düzenledikleri Bacchanalia adı verilen festivaller şarapla körüklenen seks partileri olarak tasvir ediliyordu ve bu eğlencelerde hayvanların kurban edildiği vurgulanıyordu.
*Romalıların kendi yarımadalarından takdir ettikleri tek şey şarap değildi, çünkü şehirde bulunan içki seçenekleri kapsam olarak gerçekten şahaneydi. Yaşlı Plinius MS birinci yüzyılda şarap kataloğu hazırladığı zaman, 91 çeşit şarap, 50 kaliteli şarap ve 38 çeşit yabancı şarabın yanı sıra tuzlu, tatlı ve yapay şarapları da eklemişti. Şarapları üzüm türleri ve üretildikleri bölgelere göre sıralaması dikkate değerdi. Belki de yaşlı Plinius gibi eleştirmenler o günlerin Robert Parker’larıydı ve Caecubus şarabına C (100) üzerinden LXXXIX (89) ve Falernian’a XCVI (96) veriyor, belirli bölgeleri öneriyor ve bu süreçte muhtemelen bazı şarapların fiyatlarını yükseltiyordu.
*… Bir tanesine göre, Nuh Peygamber Ağrı Dağı eteklerine üzüm bağı kurarken Şeytan üründen pay alma karşılığında ona yardım önermiştir. Nuh Peygamber kabul etmiş ve şeytan hemen sırayla bir koyun, bir aslan, bir maymun ve bir domuz boğazlayarak, üzüm bağını onların kanıyla sulamıştı. Bunlar Nuh Peygamber’e birinci şarap kadehinden sonra içki içen kişinin davranışının koyun gibi ılımlı olduğunu ama ikinci kadehinden sonra içki içen kişinin bir aslan kadar cesur olduğunu göstermek içindi. Üçüncü kadeh kişinin bir maymun gibi davranmasına sebep oluyor ve dördüncüden sonra içki içen kişi çamurda yuvarlanan bir domuz gibi hareket ediyordu.
*Hıristiyanlık İsa’yı pek çok yönden yeni bir şarap tanrısına benzeyen bir figür olarak tanıttı. Hıristiyanlık güncel inanışların birçok sembolünü benimsemişti, ayrıca İsa ile Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarında hala büyük önem verilmekte olan diğer şarap tanrıları arasında büyük benzerlikler vardı. Bunlardan biri olan Dionysos, bir tanrı ile bir insan olan bir kadının çocuğuydu ve o da suyu şaraba çevirme mucizesini gerçekleştirmişti.
*İsa’nın imajında şarap çok önemliydi çünkü ilk gerçekleştirdiği mucize, bir düğünde suyu şaraba dönüştürmekti.
*Fransa’da 1780’lerin sonunda şaraba ve diğer ürünlere uygulanan vergilere tepkiler gün geçtikçe artarken, fiyatlar artmış, istihdam azalmış ve nüfusun büyük bir çoğunluğu üzerinde giderek artan bir baskı oluşmuştu. İçinde bulunulan on yılın sonuna doğru zirve yapan politik, ekonomik ve toplumsal krizler sonucunda Paris’te şiddet olayları patlak verdi. 1789 yılı Temmuz ayının 12’sini 13’üne bağlayan gece şehir girişlerindeki gümrük bariyerlerinin çoğu öfkeli kalabalıklar tarafından yakılıp yıkıldı. Bu yaşananlar sebepsiz ve tesadüfi şiddet olayları değildi, sade vatandaşın yaşam standardına, üzüm üreticilerinin geçim kaynağına ve hatta tacirlere tehdit oluşturan kurumlar açıkça hedef alınmıştı. Normalde Fransız İhtilali’nin başlangıç tarihi olarak, 14 Temmuz 1789’da Bastille Hapishanesi’ne yapılan saldırı kabul edilmektedir ama gümrük bariyerlerinin yıkılması da aynı ölçüde önemliydi. Kraliyet Hapishanesi Bastille, büyüklüğü sebebiyle önemli bir simgeydi ancak gümrük bariyerlerinin yağmalanması, sıradan Paris halkının, kendilerini her geçen gün daha çok fakirliğe sürükleyen kurumları yok etme amaçlı direnişini temsil ediyordu.
*Rusya’daki üst sınıflar da savaşın, on dokuzuncu yüzyılda onları en büyük şampanya pazarı haline getiren yaşantılarına karışmasına izin vermemişti. İthalat devam ediyordu ama savaş malların gelişini engelleyebiliyordu. St.Petersburg’daki imparatorluk sarayına özel mahsul şampanya getiren bir gemi (Heidsieck 1907) 1916 yılında Finlandiya Körfezi’nde bir Alman denizaltısı tarafından batırılmıştı. (Şişeler 1998’de çıkarıldı ve şampanyanın mükemmel durumda olduğu anlaşıldı.)
*Rusya’nın savaş dönemindeki alkol yasağında en çok kaybedenler tüketiciler değil, hükümetti. Savaştan önce, içki satışından elde edilen vergiler, Rusya devletinin gelirlerinin dörtte birinden fazlasını oluşturuyordu ama yasadışı üreticiler, tabii, vergi vermekten kaçınıyordu. Devlet bütçesinin bu en önemli kaleminin kaybı Rusya’nın savaşı sürdürme becerisini baltaladı ve 1917 ihtilaliyle sonuçlanan huzursuzluğu pekiştirdi.
*1917 yılında Fransız ordusu 1200 milyon litre şarap tüketmişti ve eğer savaş 1918 yılının sonuna kadar devam etseydi, o yıl 1600 milyon litre tüketileceği tahmin ediliyordu. Binlerce demiryolu tankeri Fransız askerine şarap taşımak amacıyla kullanılmıştı. Askerlere azık olarak şarap verilmesinin sürdürülmesi Fransız şarap endüstrisinin savaş boyunca ayakta kalmasını sağlamıştı; ordudaki askerler istatistiklere göre ana içki içen gruptaydı ve bu pazarın yıllarca kaybedilmesi, şarap üreticileri açısından felaket olurdu.
*Ernst Hemingway savaşta yaşadığı bir olayı şöyle anlatmıştı: “Herkes sarhoştu. Bütün batarya sarhoştu ve karanlıkta yol kenarında ilerliyordu. Champagne bölgesine gidiyorduk. Teğmen atını tarlalara sürüp duruyordu ve ‘Ben sarhoşum, size söylüyorum, moruklar. Ah, o kadar sarhoşum ki…’”.
*Savaş zamanında sivil toplumda cinsiyet oranlarının böylesine değişmesi, bazı açılardan kadınlarla erkekler arasında bulunan sınırları bulandıran daha kapsamlı bir kültürel hareketi de desteklemişti. Yüz binlerce kadın savaş sanayisinde, oldukça iyi maaşlarla işe alınmış ve yeni içki içme kurallarından yararlanarak, daha önce görülmemiş sayılarla barlara giderek müşteri olmuşlardı. Bu “saygın” kadınların (özellikle fahişelerle karıştırılmak istemeyen bekar kadınların) o güne kadarki barlardan uzak durma davranışlarıyla karşılaştırıldığında, radikal bir değişimdi. 1916’dan itibaren orta sınıf ve iyi durumdaki çalışan sınıf mensubu çok sayıda kadın publara ve barlara düzenli olarak gitmeye başlamışlardı ve bir tarihçi bu olayı “bir yüzyılı aşkın süredir halkın içki içme alışkanlığında görülen ilk önemli değişiklik” olarak tanımlamıştı.